Savaş Büyük Bir Felâket!

Barack Obama 1915’deki Ermeni olayları ile ilgili “büyük felâket” -Ermenicesi medz yeghern- dedi; “soykırım” demedi! Kelimelerin gücü adına, bir olaydan bahsederken hangi kelimenin kullanıldığı ne kadar önemli! Söz deyip geçmeyin! Yunus Emre ne güzel söylemiş: “Söz ola kese savaşı / Söz ola kestire başı

20081026-Gocmen-Kuslar

Göç
Middleton, Wisconsin – 26 Ekim 2008

Amerika’daki Türkler’in her yılın belli dönemlerindeki sohbet konularından biri “Ne yapmaya çalışıyor bu Ermeniler?” konusudur. Gerçi bu konu biraz bıkkınlık da vermemiş değildir. Her yıl Amerika’daki Ermeni diasporası ve de lobisinin desteğiyle Amerikan Kongresi’ne bir karar teklifi verilir ve sözde Ermeni soykırımının Amerikan Kongresi tarafından tanınmasını ister! Ermeniler lobi faaliyetleri ile, sivil toplum kuruluşları ile politikacıları bu kanun teklifi konusunda etkilemeye çalışırlar. Türkler haklı olarak buna çok kızar. En çok dile getirilen fikir “Bu tarihî bir olaydır, soykırım var mı yok mu buna tarihçiler karar vermelidir.”

Ben konunun uzmanı değilim! Bu konudaki bilgilerim yeterli değil! Lütfen elinizi vicdanınıza koyun ve cevap verin. Osmanlı’nın da içinde bulunduğu Birinci Dünya Savaşı sırasında gerçekleşmiş bir takım hadiselere öyle evet-hayır oyunu oynar gibi “evet soykırım vardır”, “hayır soykırım yoktur” demek ne kadar doğru? Evet diyenler, hayır diyenler? Soykırım kabul edilmiştir, hayırlı olsun! Soykırım büyük bir suçlamadır. Bırakın politikacıları, tarihçileri bir araya getirseniz bu konuda evet-hayır keskinliğinde karar veremezler! Kesin olan ortada bir olay vardır. Yıl 1915. Birinci Dünya Savaşı her yeri yangına çevirmiş. Osmanlı kendini savaşın içinde bulmuş. Osmanlı bir imparatorluk! Millî devlet akımlarının alıp yürüdüğü bir zamanda Osmanlı hâlâ 600 yıllık bir imparatorluk! Vatandaşları arasında Türk de var, Ermeni de var, Kürt de var, Yahudi de var, Rum da var, Arap da var! Osmanlı için işler pek iyi gitmiyor! Dış düşmanlar -İngilizler, Fransızlar, Ruslar- vahşi bir iştahla “hasta” adama saldırıyorlar. Ve bu ortamda özellikle Doğu Anadolu’da işler “felâket” derecesinde karışıyor. Dış düşmanların kışkırtıcıları devreye giriyor. Yüzlerce yıl beraber yaşayan Türk ve Ermeniler arasında bir elektriklenme, bir kargaşa! Ermeniler -belki de millî bir devlet vaadiyle- Türklere karşı kışkırtılıyor. Karşılıklı istenmeyen hadiseler. Memleketin evlâtları -Türkler ve Ermeniler- birbirine düştü. Ne yapsın Osmanlı? Tehcire (Göç ettirme, göç etmesine sebep olma, sürme) karar veriliyor. Ve Ermeniler o zaman bir Osmanlı toprağı olan Suriye ve Lübnan’a gönderiliyor. İstenmeyen olaylar yaşanıyor karşılıklı, duygular kabarmış olmalı, gözyaşı sel olmuş olmalı. İnsanın doğduğu yerden ayrılması zor olmalı! Ama Osmanlı neden sadece Ermeniler için  tehcir kararı aldı? Savaş ortamında toplum mühendisliğine mi soyundu yoksa amacı vatandaşlarının güvenliğini mi sağlamaktı? Ermenilerin tehcir edilmelerinin sebebi neydi? Ermeniler çok mu masumdular o zaman? Bir Osmanlı tebaası olan Ermeniler nasıl birden Osmanlı hükümetinin karşısında buldular kendilerini? O zaman bütün Osmanlının düşmanı olan İngilizlerin, Fransızların, Rusların bu işteki payı neydi? Karşılıklı yaşanan hadiselerde sadece suçlu ve mağdur mu var? Yoksa herkes biraz suçlu ve biraz da mağdur mu? Bu sözde soykırım iddialarının amacı üzüm mü yemek, yoksa bağcıyı mı dövmek? Sorular ve sorular…

Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir‘de Erzurum’u anlatırken bir hikâyecik1 nakleder:

Mütareke yıllarında Ermeni meselesi dolayısıyla Erzurum’a gelmiş olan Amerikan heyetine o zamanın Belediye Reisi Zâkir Beyin verdiği cevabı kim hatırlamaz? Tercümana:

“- Dilmaç, bana bak, bu beyler uzun boylu anlatıyorlar. Ben kısa bir misalle Erzurum’da ekseriyet kimlerde idi, Cenerale anlatayım.” diyerek heyeti oturdukları evin penceresine götürmüş,

“- Bakın, demiş, şurada bütün şehri saran bir taşlık var. Onun da ortasında yirmide biri kadar duvarla çevrilmiş bir yer var. O büyük taşlık müslüman mezarlığı, o küçüğü de Ermeni mezarlığıdır: bunlar kendi ölülerini yemediler ya!”

Erzurum’da Türklerin daima ezici bir çokluk hâlinde yaşadıkları bin türlü şekilde gösterilebilirdi. Zâkir Beyin hazır cevaplığı bunların en kısasını, itiraz yer bırakmayanını bulmuştu.

Türkler fazlaydı, yok Ermeniler azdı mesele bu bile değil! Yukarıdaki hikâyenin bize verdiği bilgilerden biri de müslüman Türk mezarlığı ile hristiyan Ermeni mezarlığının içi içe olduğudur. Halklar dini, milliyeti, mezhebi, meşrebi ne olursa olsun Osmanlı çatısı altında asırlarca beraber yaşamışlar. Sonra halkın arasına ayrılık tohumları ekilmiş ve karşılıklı “büyük felâketler”, büyük trajediler yaşanmış. Savaş ortamında acı çekmeyen var mı? Savaşın kendisi zaten büyük bir felâket değil mi?

  1. Tanpınar, Ahmet Hamdi – Beş Şehir – Dergâh Yayınları, Aralık 2008, s.40 []