Bizim Diyardan

Gene ailecek haftasonu yaptığımız en güzel işlerden birini yaptık ve bir parkı daha keşfetmeye çıktık. Bir haber vardı: Anadolu’da eğlencenin rengi yeşil! Evet, işte biz de böyle bir aileyiz: Eğlencemizin, tatilimizin rengi yeşil! Parkları, ağaçları, yeşili çok seviyoruz.

20100705-Blue-Mound-State-Park

Yeşil
Blue Mound State Park – Blue Mounds, Wisconsin – 5 Temmuz 2010

Bu sefer ki istikamet: Wisconsin Blue Mound Eyalet Parkı. Daha önce bir kere şöyle bir uğrayıvermiştik Blue Mound (Mavi Tepecik) parkına. Ama o zaman hava pusluydu, bulutluydu, kapalıydı, ıssızdı, sessizdi. Herşey kendi kabuğuna çekilmiş, seyran  edecek pek bir şey yoktu. Bu sefer hava çok güzel; yanaklarına alını sürmüş, gözlerine sürme çekmiş, en güzel elbiselerini giymiş yeşil yeşil, başında masmavi bir şapka, en güzel kokularını sürmüş…

Parka vardığımızda önceden gözümüze kestirdiğimiz sundurmaya (shelter)  otağamızı kurduk. Elektrik imkânı da var, prize taktık elektirikli ızgaramızı -gerçi kömürlü ızgaranın yerini tutmaz ama- ve başladık köfteleri pişirmeye. Yanında güzelce dilimlenmiş domates, salatalık, bir tutam maydanoz ve yufka ekmek. Bir de ayran olsaydı ama meyve suyu ile yetiniverdik. Neyse niyetim başka bir şeyi anlatmak, bu faslı geçelim.

Hemen yanıbaşımızda bir grup bizden önce gelip, konuşlanmıştı. Bir kaç piknik masasını bir araya getirmişler. Anlaşılan daha yeni gelmişler, büyükler hazırlık yapıyorlar ve çocuklar da çocuk parkında oynuyorlar; kimisi sallanıyor, kimisi kumda eğleniyordu. İlk bakışta Amerikalı gibi görünüyorlar. Nasıl mı? Fizyoloji, tip, kılık-kıyafet ne derseniz deyin tam Amerikalı. Olay çoğu Amerikalılar’ın senede bir yaptığı yeniden bir araya gelme, kavuşma (reunion) toplantısına benziyor.

Ama aradan zaman geçince ben de eşim de karar veriyoruz ki bunlar Amerikalı olamazlar, zaten uzaktan uzağa kulağımıza İngilizce’ye benzemeyen konuşmalar geliyor. Neden Amerikalı olamazlar? Anlatması, kelimelere dökmesi kolay değil! Kısaca hâl diyelim. Hâl bir şeyleri anlatıyor. Duruş, davranış, tercih, bakış, vs.

Ve başlıyoruz tahminlerde bulunmaya. Bunlar Doğu Avrupalı ama hangi ülke? Bence bunlar Polonyalı. Yok Rus’a benziyorlar ama konuştukları dil Rusça’ya benzemiyor. Yoksa bunlar Norveçli olmasın, bu bölgede Norveç asıllı Amerikalılar çok! Yok buldum bunlar Bosnalı, baksana hâl ve hareketlerine bizden izler var. Evet evet bunlar Bosnalı olabilir ya da Makedonyalı belki de Arnavut. Ama kesin bunlar Osmanlı’nın Balkanlar’daki torunlarından.

Sonra 5-6 yaşlarında bir çocuk yaklaşıyor bize doğru. Adın ne diye soruyorum. Musab diyor. Bingo işte bulduk bunlar bizden, Osmanlı’nın Balkanlar’daki yadigârlarından. Zaten başka bir çocuk da arkadaşını Enes diye çağırıyor. 4 yaşlarında küçük bir kız çocuğu ile konuşuyoruz adı Harise imiş. Hep müslüman isimler, hep bizden renkler, hep bizden sesler. Ah Osmanlı bak işte gene buluştu evlatların tâ uzak kıtalarda!

Sonra Harise’nin babası ile tanışıyoruz. Ben biz Türküz deyince, Türkçe “Merhaba, nasılsın?” diyor ama arkasından İngilizce ekliyor: “Biraz biliyorum Türkçe, asıl annem iyi biliyor Türkçe’yi” . Ve düğüm çözülüyor: Kosovalı imişler. Hepsi Madison’da yaşayan eş-dost-akraba Kosovalı aileler. Sonra annesiyle de tanışıyoruz, Fikriye Teyze… Balıkesir’de çokça gördüğüm teyzelerden, Balıkesirliyim dese şaşırmayacağım. Yoksa Sevinç Çokum’un Bizim Diyar‘ından çıkıp gelmiş bir karekter mi? Kırık bir Türkçe konuşuyor; ama biraz da kaybolan Türkçemiz’den duru, saf, güzel izler var. Büyük teyzesi bir zamanlar Türkiye’de yaşamış, şimdi rahmetli olmuş. Onu ziyaret gidip gelirmiş Türkiye’ye, o zamanlardan öğrenmiş Türçe’yi…

Fikriye Teyze’ye soruyorum, çok Kosovalı var mı Madison’da… Var epeyce diyor. Kendisi ve iki oğluyla burada yaşıyorlarmış. Savaştan sonra geldik diyor, herhalde doksanlı yıllardaki Yugoslavya’daki savaşı kastediyor. Geldik ve yerleştik diyor. Memlekette işler karışık, ziyarete gidiyoruz diyor ama dönme planımız yok. Çocuklar burada çalışıyorlar, keyifleri yerinde, gelinler istemez dönmeyi diye de ekliyor.

Ah desem duyar mı karşı dağlar? İşte böyle insanoğlu oradan buraya göçer durur. Gelmişler buraya, kalacaklar burada… Çocuklar, torunlar burada büyüyecek. Şimdi isimleri var: Musab, Enes, Harise, Fikriye… Bu isimler Rumeli’nin kokusunu buraya getirmiş. Dileğim, duam hep öyle kalması… İsmin çok şey ifade ettiğini bir anlayabilsek!

Sonra müsaade istiyoruz Fikriye Teyze’den… Biz parktan ayrılırken ve doğanın engin yeşilliklerini keşfetmeye çıkarken, Fikriye Teyze’nin çocukları, torunları haftasonu tatillerine biraz da mavilik katmak için parkın havuzuna doğru gidiyorlar…